Balo Sokak No:16

 


Daha ilk İstanbul ziyaretimde çekmişim bu fotoğrafı.Sonra bu güzelliği tab ettirip koymuştum ikea çerçevelerin tekine,tüm dijital anıların inadına.
Sonra benim arada nükseden ev araştırmaları sırasında çıktı karşıma bu evin hikayesi.Cumhuriyet gazetesi 3Şubat 1985 baskısında Atilla Dorsay'ın bir köşe yazısında.Şimdilerde yok olmuş yazık olmuş Şehir Üniversitesi'nin arşivinde bulmuştum bu gazeteyi.


Çok severek takip ettiğim Levent Civelekoğluna ait bu blog yazısında detaylıca Balo sokak ve bu ev anlatılmış ama yazar da evin hikayesine ulaşamamış.Ben 2018 yılında hemen bloga yorum bırakıp evle ilgili gazete arşivinin linkini paylaşmıştım ama blog sahibi postunu güncellemedi.
Evle ilgili sadece Atilla Dorsay'ın aktardığı kısmını öğrenmiş olsamda,devam edeceğim evimizin eski sahibesi Aleksandra Kardomenis'i araştırmaya.
16 numaranın hikayesini merak ederek başlayan bu hikaye aynı sokataki 41 numaralı evde oturan Liena'nın yaşadığı acıyla,Beyoğlu'nun evleri gibi hikayeleri de birbirine sırtını dayamış anladım.

Ressam Eleonora Arhelaou'nun Salt Arşiv bünyesine katılan fotoğrafları ile bir daha o sokaklardan geçerken,saçma imar kanunları ile yahut talihsiz bir deprem ile yok olabilecek bu güzelliklere onları vücuda getiren Mimar ve ustalara  saygı duruşudur bu yazı.
İlk iki fotoğraf bana ait,alttaki fotoğrafı çektiğim noktada kimbilir Eleonora ile aynı yerde aynı hisle bastık denklanşöre💗

Diğer Görseller Salt Arşiv bünyesindeki Eleonora Arhelaou arşivine aittir.Saygı ve Minnetle












pdf görüntülemeyenler için gazete deki öyküyü buraya bırakıyorum.

TAKVİM 3 Şubat 1985 İmsak: 5.38 Güneş: 7.06 Öğle: 12.22 İkindi: 15.04 Akşam: 17.29 Yatsı: 18.50
BEYOĞLU.BEYOĞLU.Atilla Dorsay

Liana, yarım yüzyıl öncesi ne işler yaptığını pek anımsamıyor, veya anımsamak istemiyordu. Ama kimbilir, bir zamanlar Rejans veya Petrograd lokantalarının, ara sokaklardaki barların, pavyonların havasına yürek hoplatıcı beyazlıklarını ekleyiveren o sarışın, fıkır fıkır Rus kadınlarının arasında belki Liana da vardı.Neydi Beyoğlu? Tüm güzellikleri geçmişte kalmış, “lahmacun uygarlığı’’nın ve gecekondu yerleşiminin sökülmez istilasına uğramış, hiçbir özelliği kalmadığı için de“kurtarılmasına ” gerek olmayan “maziden bir yaprak” mıydı?Aleksandra Kordomenis de Beyoğlu ile karşılıklı bir kimlik alışverişinde bulunmuş o insanlardan biriydi. Beyoğlu’na biraz damgasını basmış, Beyoğlu’nun da kendi damgasını vurduğu, biçimlendirdiği... Onun da yaşamı Balo Sokağında geçmişti.

1919’DAN BU YANA HEP BEYOĞLU ’NDA
Liana Suskova, yaşının, anımsayabildiği kadarıyla 86’yı bulduğunu söylüyordu. Bu görmüş geçirmiş Rus kadım, 1919'da İstanbul’a gelmiş ve o günden beri hep Beyoğlu’nda yaşamıştı. Bu semtin doruktan yavaş yavaş,aşağılara inmesinin, çöküşünün tanığıydı. Beyoğlu 'nun son yarım yüzyılına eşlik etmiş yaşantısıyla küçücük odasında ömrünü dolduran Liana'nın kendi tarihi ve Beyoğlu’nun tarihi üstüne anlatabileceği kimbilir ne çok şey vardı... 
Komşuları, komşuları dediysem aynı binayı paylaştığı bir kaç iş yerinin sahipleri, ondan ‘ihtiyar’ diye söz ediyorlardı.Daha yakından tanıyanlarsa Lena diye... Oysa asıl ismi Liana
idi.. Liana Suşkova.. UkraynalIydı.1919’da ‘çok sevdiği subay amcalarının peşinden’ İstanbul’a gelmişti, çoğu kadın olan birçok Beyaz Rus’la birlikte, o dönemde birçoklarınca hâlâ Constantinople
diye isimlendirilen bir kentin en dağdağalı, en ‘kozmopolit’,yabancıya en açık semtine,Beyoğlu’na yerleşmişti. Kaç yaşındaydı o zamanlar? Yaştan söz etmekten hoşlanmıyordu Liana:‘İnsan ihtiyarlayınca kendi kendini tanıyamıyor’.. Ama sonradan, bugün seksenaltısında olduğunu ağzından kaçırdığına göre, o yıllarda olsa olsa yirmisinde olmalıydı.O yıllar... ‘Korkunç yıllardı onlar’ .. Liana’ya göre İstanbul’a sığmayan Rus’ların sayısı nerdeyse 3 milyondu! “ Tünel’-da hanlarda, gazete kâğıtları üstünde,üstüste yatardık’.. En büyük sıkıntıları, dil bilmemekti.Sonra ‘korku geçmişti’, Türkçeyi
de öğrenmişlerdi: ‘Önce küfürleriöğrendim!’.. Amcaların biri savaşta ölmüş, diğeri kaybolmuştu.
Sonra amcasının bir arkadaşı evlenme teklif etmişti.Liana bu arada çalışmıştı. Hangi işlerde? Yarım yüzyılın ötesinde kalan bu ‘işleri’ pek anımsamıyor,veya anımsamak istemiyordu yaşlı Rus kadını.. ‘Çok işleryaptım’ diyor, hemşirelik de yaptığım ekliyordu. Ama kimbilir,bir zamanlar Rejans veyaPetrograd lokantalarının, ara sokaklardaki barların, pavyonların havasına yürek hoplatıcı beyazlıklarını ekleyiveren o sarışın fıkır fıkır Rus kadınlarının arasında belki Liana da vardı...
Liana ’nın unutamadığı trajedi________________
Sonra Liana’nın yaşamına bir trajedi gelip çökmüştü, tüm ağırlığıyla..Gözleri görmemeye başladığı
için çalışamayan kocası ve 3 yaşına gelmiş kızını geçindirmeyeçalışan Liana, kendini koyu bir yoksulluğun içinde bulmuştu.O sırada, yaşlı kadının ifadesine göre, bir Fransız papazı ve hâlâ var olan Rebul Eczanesinin sahibi (şimdiki sahiplerin büyükbabası), yoksul azınlık ailelerini bir bir dolaşarak, çocuklarını iyi bakılmak ve eğitilmek üzere Fransa’ya gönderecek bir yardım önerisi getirmişlerdi.
İlerde, pasaport aldıklarında Liana ve kocası da, başkaları gibi,gidip onları görebileceklerdi.
Birçok aile olur demiş, biri tam 5 çocuğunu vermişti. Ve tam 362 çocuk, günün birinde, Beyoğlu’nun çamurlu sokaklarını ve ışıklı gecelerini ana babalarına bırakıp Güney Fransa’da bir şatoya yerleştirilmek üzere yola çıkmışlardı.Ama ne bilirdi Liana ve diğerleri,‘şato’ denen binanın evirisi bir ahşap yapı olduğunu? Ve 1920’lerin bir Noel gecesinde,içindeki çocukların çoğuyla birliktecayır cayır yanıp kül olacağını?Liana, hasta kocasına acı haberi vermemişti uzun zaman..
Adam ölüp gitmişti. Sonra diğerleri,diğer Beyaz Rus’lar, kaderarkadaşları, komşular, ahbaplar,dostlar da ölüp gitmişti birer birer... Ama Liana yaşamıştı.Zamana direnmişti. Tıpkı içinde yaşadığı en aşağı yüz yıllık Beyoğlu evi, İstiklâl Caddesinebağlandığı köşede Bacanak Birahanesi bulunan Balo sokağındaki 41 numaralı ev gibi direnmişti.Şimdilerde merkeziTophane’deki ana Rus Ortodoks Kilisesinde bulunan bir vakfın verdiği ayda beş bin lirayla bu eski evdeki odasının kirasını ödüyordu. Gerisini ise ya küçük küçük ve çeşitli renkteki kumaş parçalarını biraraya getirerek yaptığı gözalıcı, rengârenk örtüleri satarak, ya da aralarında birkaç gazeteci de bulunan dostlarının yardımlarıyla getiriyordu.
Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan,‘Beyoğlu kültürü’ denebilecek şeyi yaratmış olan o sayısız ırk ve millet mensuplarından biriydi,hayatı Beyoğlu’nun son yarım yüzyıllık tarihiyle koşut, çöküşü Beyoğlu’nun çöküşüne denk gelmiş.. Her gün dışarı çıkıyordu gerçi, İstiklâl Caddesi boyunca şöyle bir ‘volta atıyordu’.Ama onun bildiği, tanıdığı Beyoğlu’ndan bugüne ne kalmış olduğunu sorduğumuzda bakışları
dalıyor ve şöyle diyordu:“ Hiç kimse kalmadı, hiçbir şeykalmadı. Hepsi gitti, herşey gitti”


B ALO SOKAĞINDAKİ BALKON — Aleksandra Kardomenis, tüm ömrünü bu evde geçirdi. Kimbilir kaç kez bu balkondan gelip-geçeni izledi, hayallere daldı veya çamaşır astı. Aleksandra artık yok. Bu Rum kadını, 90yaşına yakınken üç yıl önce öldü. Ama ev ve yılan motifleri, taş insan başları ve nefis demir korkuluğuyla balkon hep orda... Ancak bu güzellikleri görmek için insanın başı yukarıda gezmesi gerekiyor. 

Aleksandra Kardomenis de Beyoğlu ile karşılıklı bir kimlik alışverişinde bulunmuş o insanlardan
biriydi. Beyoğlu’na biraz damgasını basmış, Beyoğlu’nun da kendi damgasını vurduğu, biçimlendirdiği..
Onu tanıyamadım,çünkü 3 yıl önce yaklaşık 90 yaşındayken ölmüştü. Onun da yaşamı aynı sokakta, Balo sokağında geçmişti. Balo sokağı 16 numaradaki çıkıntılı, cephesinin en üstündeki balkonunun nefis demir parmaklığı, aslan başı ve çiçek motifli taş kabartmalarıyla (başını biraz yukarı kaldırmak kaydıyla) dikkati çeken binada...Aleksandra hakkındaki bilgiyi,şimdi aynı eski evin birinci
katındaki atölyenin sahibi Ömer Dalkılıç’tan aldım. Genç ve yardımsever bir insandı Dalkılııç, şivesi
biraz Anadolu’ya çalıyordu.Aleksandra Kardomenis’i tanımıştı,kadın bu sokakta doğmuş,bu evde büyümüş, ordan hiç ayrılmamıştı.Antikalarla dolu evinde tek başına yaşamış, ‘güvenmediği insanı evine sokmamıştı bile’... Evin en üst 3 katında yıllar yılı tek başına yaşamıştı,tozlanmış eşyaları ve anılarıyla..Ölümünden sonra ev yeğenlerinegeçmişti. Onlar da biraz onarımdan sonra katlan kiraya
vermeyi kuruyorlardı. İkinci katta bir zamandır bir dişçiyle bir avukat yazıhanesi vardı. Yola bakan taraftaki dişçi muayenehanesinin duvarları, görülmemiş güzellikte bir duvar kâğıdıyla kaplıydı: Koyu kırmızı renkte,dokununca kadife izlenimi veren, kuşkusuz Avrupa (belki İngiliz) kökenli, en aşağı yarım yüzyıllık bu duvar kâğıdı, Aleksandra Kardomenis’in belki en güzel gençlik günlerine eşlik etmişti.Ve dişçi Yaşar Sevinç, bu güzel dekoru hiç bozmadan, tersine koruyarak, kendi ifadesine
göre ‘çoğu civardan, Beyoğlu sokaklarından,Tarlabaşı’ndan gelen gayri - müslim aileler’ olan müşterilerine hizmet veriyordu.Üst katlara çıkınca, uzaktan görünentaş kabartmaların güzelliğini
farkettik, yaşlı Rum kadınının vârisleri tarafından çoktan alıp götürülmüş eşyalarından kalan birkaç şeyi, örneğin haç motifleriyle süslü bir ilaç dolabını keşfettik.SON


Evimiz 2019 yılında tadilata girmiş,güncel google map de ki tadilata dair levhayı şuraya bırakıyorum,birdahaki İstanbul ziyaretimde fotoğraflarını ulaşabildiğimiz tüm ekstra bilgiler ışığında hikayesini güncellemek umudu ile.





Yorumlar

  1. Bir an Papadapulos Apartmanı sandım, sonra hatırladım o Lülecihendek sokağındaydı. Sokak isimleri bile bunca güzelken İstanbul'un, Beyoğlu'ndaki her bir apartmanı mücevherdir diye kadife kutularda saklamak lazım. Gel gör ki çoğu virane, sahipsiz, yıkılsa da yerine beton ve camdan bir kazulet diksek beklentisi var. Mimari tarihimizdeki gelişme yüz karası...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ya hem kıymet bilmezlik hemde geriye gidişimiz mimari olsun kültürel olsun içler acısı.Şu sokağın asayiş geçmişi bile anlayana neler anlatır.Nerde kalmış baloların,valslerin olduğu zamanlar:/Ben arada bu tarz evlerin satılık ilanlarına bakarım geçen birisinde yıkım kararı alınmış,yeni projesi hazırdır yazıyordu!projesine diye başlayan uzun küfürler edebilirim ama Leylak Hanımcığım size saygımdan burada bırakıyorum.Yorumunuz için teşekkür ederim

      Sil
  2. ya böyle ne hayatlar var beyoğlunda yaaa. yazarlardan öğreniyoruz. ayfer tunç un bir kitabında var böyle bir teyze. mario levi amca da bunlardan yazdı :) bir de salah birsel var :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yeni kaybettik ışıklarda uyusun Mario Levi'nin sesi hayatımda duyduğum en rahatlatıcı seslerden birisiydi.Ya bu olay bi eserde işlense,abartmışlar diyeceğim bir olay ama insanlar baya yaşamış bu acıları:(

      Sil
  3. her evin kendine ait anıları var ne tuhaf yanından öylesine geçtiğim bir evden çıkmış bir anı..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bak normal insanlar yanından geçip gidebiliyor sorun şu ki bu evler beni içeriye doğru çekiyor 🙃 sonrası gelsin hikayeler gitsin hikayeler.

      Sil

Yorum Gönder

Teşekkürler..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Korona Günlerinde Kış Hazırlıkları

Ömer Lütfi Lülü Efendi Konağı

Şampuansız Üç Yılın Ardından